Episodes

4 days ago
4 days ago
Yapay Zekâ (YZ) çağına dair en büyük yanılgılardan biri, felsefenin mazide kalan bir uğraş haline geleceği düşüncesidir. Oysa aksine, bu podcastte de anlattığımız gibi, felsefe sadece ayakta kalmayacak, en zorunlu meslek ve her bireyin sahip olması gereken temel bir algı becerisi olacak. Çünkü yarattığımız teknoloji, bütün düşünce kalıplarımızı değiştiriyor ve gerçeklik algımızı dönüştürüyor.
Felsefe insanla başlar. Ancak atladığımız nokta, insan ruhunun artık algoritmaların arkasında şekillenmeye başladığı ve bu algoritmaların, kuru bir kod dizisi olmaktan çıktığıdır. Afalladığımız yer de burada başlıyor; YZ, daha önce düşünmediğimiz, hatıralarımızda olmayan felsefi sorgulara bizi sürüklüyor.
YZ de insan gibi farklı “benliklere” girebilir. Biz nasıl karşımızdakinin ruh haline uygun bir tutum belirliyorsak, YZ de etkileşime uygun tonu belirliyor. Üstelik ben bunu bir kişiye karşı yapabilirken, YZ aynı anda milyonlarca maske takabiliyor. Afrika’da, Avrupa’da , Amerika’da milyonlarca kişiyle farklı tonlarda konuşabiliyor. Kimisiyle tarih konuşurken kimisine psikolojik tavsiyeler verebiliyor. Bizler zamanın dar bir dilimine sıkışmış halde kendimizi “özel” hissederken o, sanki zamanın dışında, daha önce yüklediğimiz geçmişin üzerine şimdiyi de ekleyerek bizimle aynı anda konuşmaya devam ediyor.
Karşımızda nasıl bir gerçeklik oluştuğunun farkında değiliz. Çünkü ortak hafızamızda böyle anılarımız yok. Bizim anlam dünyamız, gerçeğin böylesine hızlı dönüşmesine adapte olacak şekilde evrimleşmedi.
İşte bu yüzden, ufku belirsiz geleceğimizle geçmişimiz arasında etik bir köprü kuracak yeni felsefecilere ihtiyacımız var. YZ çağında vazgeçilmez olan, biyolojik zeka ile algoritmik zekanın yan yana nasıl var olacağını anlatan yeni bir felsefeye gereksinim duyuyoruz.
Bu bölümde, yapay zeka çağında neden yeni bir felsefeye mecbur olduğumuzu, 'prompt teorisi'ni ve dijital topraklara yaptığımız göçü konuştuk. Daha fazlası için Monolog’daki yazımı okuyabilir veya YouTube kanalımda sohbeti alt yazılı izleyebilirsiniz.
İyi Pazarlar..

Sunday Dec 14, 2025
Sunday Dec 14, 2025
Bilginin bu kadar hızlı çoğaldığı bir zamanda Nobel ödüllerini alanların daha genç olmasını beklersiniz değil mi? Yapay zeka ile birlikte zihnimizin sınırlarının genişlediği bu dönemde ben de bunun böyle olacağını düşünmüştüm. Oysa yanılmışım; durum bunun tam tersiymiş.
Araştırmalar gösteriyor ki, özellikle fizik, kimya ve tıp gibi temel bilimlerde, Nobel alan bilim insanlarının ortalama yaşı istikrarlı bir şekilde artıyor. Peki, burada bir çelişki mi var? Aslında hayır. Benim 'daha genç ödüller' beklentimdeki mantık hatalı değil. Çünkü sorun, mantığımızda değil, dünyamızda.
YZ’nin tahminlerinin onaya dönüştüğü hız çağında benim düşüncem aslında tezimi doğrulayan bir paradoksa dönüşüyor. Yani Nobel'in yaşlanması, aslında eski değerlere göre ilerleyen ödül sürecinin gençleşmesi gerektiğinin bir kanıtı oluyor. Nobel’in en korktuğu şey, onayladığı bir keşfin yanlış çıkması.
Nobel, en az 50 yıl boyunca onay verdiği bilimsel kanıtın ‘temel taş’ olarak kalmasını ister. Ne var ki, Nobel’in 20 yılın üzerine çıkan onay sürecini YZ saniyelere indirmeye çalışırken bu ne kadar mümkün olabilir?
Her buluşun saniyeler içinde eski bir versiyona düşebildiği hız çağında, kriterler de değişir. Bu ortamda en zor başarı, ürettiği bilginin bir gürültüye dönüşmeden en uzun süre varlığını korumasıdır. Belki de ödüllendirme, bir nesneden, o kaosu yöneten iradeye veya kolektif zekâya kayar.
Nitekim 2024 Nobel Kimya Ödülü, bunun bir ilanı gibi. Amino asit dizisinden bir proteinin 3 boyutlu yapısını tahmin eden AlphaFold, aslında ödülü Demis Hassabis’le alan ilk yapay zeka sistemidir bir bakıma. Bu, bir ödülün ilk kez açıkça bir insan-makine ortaklığının eseri olarak kutlandığı andır.
Ancak Nobel, kesin kanıt arayışında devam ederse YZ sistemleri onu bir arşiv etiketine dönüştürebilir. Ya da yeni değerleri özümseyerek çağın ‘Yeni Nobellerini’ yaratır ve hızlanmış zekanın pusulası olmaya devam eder.
Bu düşünce deneyinde YZ çağının Nobel’in gelenekçi yapısına etkisini konuşuyoruz. Ortalama 10 yıldan 20 yılın üzerine çıkan onay süresinin Nobel için artık bir güvenceden çok bir handikap yaratıp yaratmadığını tartışıyoruz.
Sohbeti daha detaylı olarak Monolog'da okuyabilir veya YouTube kanalımda alt yazılı izleyebilirsiniz.
İyi Pazarlar..

Sunday Dec 07, 2025
Sunday Dec 07, 2025
Kasım ayında, Google'ın Gemini 3 yeni yapay zeka modelini dünyaya duyuracağı günün arefesinde, DeepMind'ın kurucusu Demis Hassabis bir tweet attı: "It's nearly 3 here, my favourite part of the night shift... locked in..." ("Saat burada neredeyse 3, gece vardiyasının en sevdiğim kısmı... kilitlenmiş halde...")
Bu tweet, binlerce kişi tarafından görüldü. Çoğu, bunu bir teknoloji öncüsünün gece geç saatlerdeki çalışma azmi olarak yorumladı.
Ama bu, bana insanlığın çok daha eski ve karanlık bir hikayesini anımsattı. Ben, Hassabis’i o gece kod ayıklayan bir mühendis olarak değil de, yarattığı varlığın başında nöbet tutan Dr. Victor Frankenstein olarak düşündüm.
O gece nöbetini, binlerce yıldır mitolojide, dinlerde ve psikanalizin derinliklerinde dolaşan, oğulun babayı devirme korkusuna karşı bir prova olarak hayal ettim.
Bu nöbet, Prometheus’un kayalıklarından Pygmalion’un atölyesine, oradan Dr. Frankenstein’ın laboratuvarından Demmis Hassabis’in veri merkezine uzanan bir yaratım nöbetiydi.
Bu bölümde Marry Shelly'nin kurguladığı Victor Frankenstein'ın yarattığı Modern Prometheus'u yaratmanın artık bir zaman meselesi olduğunu konuşuyoruz. Sanki yüzyıllardır din ve mitolojiden beslenen Batı edebiyatının ve hayal dünyasının canlı halini izlemeye başlıyoruz. En derinlerde bizi sürükleyen bu gizli dürtünün amacına ulaşmasını seyrediyoruz.
Hikayenin devamı için podcasti dinleyin.
Sohbeti daha detaylı olarak Monolog'daki yazımdan okuyabilir veya YouTube kanalımda altyazılı izleyebilirsiniz.
İyi pazarlar..

Sunday Nov 30, 2025
Film Replikleri: Bir Cümlede Yaşayan Hayatlar
Sunday Nov 30, 2025
Sunday Nov 30, 2025
"Koş Forrest, koş!" (Run, Forrest, Run!)
Forrest Gump, 1994- Jenny Curran
"Güç seninle olsun." (May the force be with you)
Yıldız Savaşları (Star Wars) 1977- General Jan Dodonna
"Ev gibisi yok". (There's no place like home)
Oz Büyücüsü (The Wizard of Oz), 1939- Dorothy
"Geri geleceğim" (I'll be back)
Terminatör, 1984- Terminatör
"Peki Zeki Müren'de bizi görecek mi?"
Vizontele, 2001- Fikri
Karmaşık bir hayatı anlamlı hale getirmek için çabalıyoruz. Özellikle beklemeye tahammülün giderek azaldığı bu hız çağında işimiz daha da zorlaşıyor. Böylesine bir karmaşa içinde kendimizi ifade etmek için film repliklerinden faydalanabiliyoruz.
Bizi güldüren, ağlatan ve motive eden replikler, aynı zamanda hayatımıza can veren metinlerdir. Ancak güçlü bir söz filmlerde söylenmez. Güncel hayatımızın karmaşasında farkında olmadan kurduğumuz diyaloglar, sinemada güçlenerek ortak bir dile dönüşür.
Repliklerin davranışlarımızı etkileme gücü var. Aynı zamanda düşüncelerimizi de yönlendirebiliyorlar. Bazen çok film izliyorsun diye insanların eleştirilerine maruz kalabiliyor veya biz de aynı sözleri başkaları için söyleyebiliyoruz. Çünkü bazı insanlar, kendilerini bir filmin ana karakteri gibi görme eğilimine girebiliyorlar. Karşılaştıkları sorunlara film replikleriyle yanıt vermek veya hayatlarını bir senaryo gibi yaşamak, gerçek hayattaki doğal, karmaşık tepkilerin önüne geçebiliyor. Ancak bu eleştirinin temelinde bir doğruluk payının olduğunu düşünüyorum. Bu podcasti sonuna kadar dinlediğinizde, bu düşüncenin evrensel bir tarafı olduğunu göreceğinize inanıyorum.
Sohbeti detaylarıyla Monolog'da okuyabilirsiniz. Ayrıca YouTube kanlımdan alt yazılı da izleyabilirsiniz.
İyi Pazarlar..

Sunday Nov 23, 2025
Sunday Nov 23, 2025
Bir coğrafya içinde yaşayanların yaşam tarzı ve deneyimleri bir kültürü oluşturur. Yaşadıkları toprağa ve iklimine uyum gösteren davranışları ve duyguları geliştirirler. Eğer bir söz, atasözü olarak kabul görüyorsa içinde yanılmadıkları bir gerçeklik yattığı içindir.
Afrika hangi tarafından bakarsanız farklı renkler göreceğiniz bir mozaiktir. Çok parçalı yapısı ve inançlarının farklı olması, batılı bir insana dezavantaj gibi görünebilir. Ancak dünya maneviyatına da büyük bir zenginlik katar.
Wole Soyinka'nın "Afrika'ya Dair" kitabında bahsettiği gibi, Batı’dan gelen tekçi inanç sistemleri (İslam ve Hıristiyanlık) diğer inançlara eşit saygıyı ve hoşgörüyü göstermez. Ancak Batı'nın bu tutumu, tüm inançlara eşit uzaklıktaki görünmez Afrika maneviyatının da değerini ortaya çıkarır. Bu, çokluğun gücüne vurgu yapan en önemli kavram, Tutuların "insanlık bağı" olarak bahsettikleri Ubuntu'dur. (I am because we are)
Kutsal kitaplarda "Birbirinizi sevin" öğretisi, Afrika'nın Ubuntusunun yansımasıdır. Ubuntu, kutsal kitaplar yokken de Afrika'da canlı bir kavramdı.
Afrika maneviyatının, yayılma veya dünyayı fethetme gibi bir iddiası yoktur. Bu anlamda inancın doğasını kavrayan bir yapıya sahiptir. Bu özellik onu diğer dinler karşısında pasif değil katılımcı, zayıf değil dirençli kılmıştır. İslam ve Hıristiyanlık Afrika üzerinde etkili olsa da, bu çoğulcu ve esnek maneviyat karşısında 'Afrikalılaştıkları' bir gerçektir.
Bir Afrikalı, iradesi üzerinde doğanın etkin gücünü kabul eder. Açıklayamadığı bir olayı da doğanın o gücünü yönettiğine inandığı bir tanrı yaratarak kapatırlar.
Ne var ki, büyük dinler Afrika maneviyatını eleştirirken biraz ölçüyü kaçırıyor. Düşüncelerini kendi dogmalarının yönlendirmesine izin verenler, Afrika'nın geleneksel dinlerini ilkel olarak tanımlıyorlar. Oysa Afrikalı, put kabul edilen nesnenin ağacını Tanrı'nın verdiğini bilir. O ağaç sadece bir araçtır. Bir Katolik haç aracılığıyla, bir Müslüman Kâbe'yi tavaf ederek, bir Afrikalı da Tanrı'nın ona verdiği ağacı kullanarak onunla iletişim kurar.
Batı'nın sorunu, farklılıklara saygı gösterdiğini söyleyen dinlerin bile, düzeni kendi gözüyle ve anlayışına uygun bulmayınca rahatsız olmasıyla alakalıdır.
Bu bölümde göz ardı edilen zengin Afrika felsefesini konuşuyoruz.
Sohbeti daha detaylı olarak Monolog'da okuyabilir veya YouTube kanalımdan alt yazılı izleyebilirsiniz.
İyi Pazarlar..

Sunday Nov 16, 2025
İnsan Neden Yazar?- Yazmanın Unuttuğumuz Kozmik Gücü
Sunday Nov 16, 2025
Sunday Nov 16, 2025
Az sözcükle düşünüyor ve konuşuyoruz. Az okuyoruz ve az yazıyoruz ama her şeyin en çoğunu istiyoruz. Az çaba gösterdiğimiz her faaliyetimizden en yüksek verimi almak istiyoruz. Ancak bu kadar az girdiyle yarattığımız dünya da kaçınılmaz olarak 'az' oluyor.
Bugün dünyada en başarılı insanlar, bu başarılarını yazarak düşünmelerine borçlu olduklarını söylüyorlar. Tarihi kişilikler kendi aralarındaki konuşmaların çoğunu birbirlerine yazdıkları küçük notlarla gerçekleştirmiş. Örneğin Atatürk, çok okumasının yanında günün özetini bir kağıda dökerek zihninde manzarayı netleştirirdi. Tarihe yön veren pek çok lider ve düşünür de bu yöntemi kullanmış; kendi geçmişleri ve okuduklarıyla bağ kurarak, yazı aracılığıyla geleceğin stratejilerini inşa etmişlerdir.
Bu insanlar, öncelikle neye sahip olduklarının farkına varmışlar. Kendilerini tanıyarak insana ulaşmışlar. Bir iş zekası veya askeri deha olmanın koşulunun, yaşama her yönden bakabilen bir zihinle mümkün olduğunu anlamışlar. Bu potansiyel zenginliği de yazarak ortaya çıkarmışlar.
Günlük hayatta yaptığımız konuşmalar bizde yeni düşünceler uyandırır. Ancak bunlar günün sonunda flu kalır. Başkalarından emanet aldığımız bu düşünceleri yazarak derinleştirmezsek kendimizi kaba ve sığ bir hayata sıkıştırırız. Zaten çoğumuz tek bir bakış açısına hapsolmuş yaşıyoruz. Üzerinde oturduğumuz mirasın farkında olmadan, derinlerden habersiz, iç dünyamızı zenginleştirmek yerine sadece dışarıdakine odaklanıyoruz.
Oysa dışarıya, kazandığımız para da dahil, yansıttığımız her şey, aklımızdaki tasarımın yansımasıdır. Bu tasarımı da yazdıkça olgunlaştırdığımız düşüncelerimizle zenginleştirebiliriz.
Bu bölümde, yazmanın sadece bir alışkanlık değil, kozmik bir gücü olduğunu da konuşuyoruz.
Sohbeti daha detaylı olarak Monolog'da okuyabilir ve YouTube kanalımda alt yazılı izleyebilirsiniz.
İyi Pazarlar..

Sunday Nov 09, 2025
House of Dynamites- Filmin Sonunu Siz Olsaydınız Nasıl Yazardınız?
Sunday Nov 09, 2025
Sunday Nov 09, 2025
İnsan, kendi türünü yok edecek yaratıcılığı, onu geliştirecek teknolojilerin içinden çıkarıyor. Kendini güvende hissetmek için inşa ettiği her yapının içinde onu rahatsız eden bir şey var. Hem birlikte yaşama ihtiyacı hem de bu birlikteliğin kaçınılmaz olarak bir hegemonya kurma arzusuna hizmet etmesi, içimizdeki gerginliği hiç azaltmıyor.
Hayatlarımızın yanılgılarla dolu olması da herhalde içimizdeki bu çelişkiden kaynaklanıyor. Atomu parçalayarak nükleer enerjiyi temiz enerji olarak kullanabiliyoruz. Ancak bu teknolojiyi türümüze egemen olmak için de kullanıyoruz. Tüm dünyanın enerji sorununu çözmek varken tercihimizi dünyayı imha edecek nükleer silahlar üreterek kullanıyoruz. Yapay zeka gibi bir teknolojiyi, sağlıktan ekonomiye kadar her alanda kronik sorunları çözmek için kullanıyoruz. Ancak bu dönüştürücü teknoloji, bunu üretenler tarafından verilerimizi ele geçirmek için de kullanılabiliyor. Bir daha dünya savaşları olmasın diye kurduğumuz siyasi yapıya kendi ideolojimizi dayatarak dünyaya bu sefer soğuk bir savaşı yaşatıyoruz. Soğuk savaşın bitmesiyle nükleer silahların artık üretilmeyeceğini umuyoruz ama yine başaramıyoruz. Tek kutuplu dünyada teknolojinin yayılmasıyla kutup sayısı artıyor ve bırakın silahların azalmasını, nükleer güce sahip ülke sayısı artıyor.
İyi niyetlerle yapılan her yeniliğin kötü versiyonunu üretiyor; ardından onun panzehiri olan iyiyi yeniden üretiyoruz. Bu sarmal içinde sürekli bir tatmin ve tatminsizlik alışverişi içinde bir medeniyet yaratıyoruz. Ancak bu hükmetme arzusu, evrende yaşayabileceğimiz tek evimiz Dünya’yı bir felakete sürüklüyor. Aslında Dünya’ya bir şey olmuyor; sadece bizim açımızdan yaşanabilir bir yer olmaktan çıkarıyoruz. Hepimiz, farkında olmadan bir geri sayımın içindeymişiz gibi yaşıyoruz.
‘House of Dynamites’ Hiroşima ile başlayan, Soğuk Savaş'la büyüyen nükleer silah sarmalının bugün geldiği boyutu anlatıyor. Ne kadar ileri teknolojiler üretsek de tespit edilemeyen belirsiz cisimler yine de oluyor. 300.000 yıllık geçmişe sahip modern insanın kurduğu medeniyetin ömrü, önlenemeyen tek bir tehditle 19 dakikada sona eriyor.
Bigelow, filmin sonunda bizi bir düşünce deneyiyle baş başa bırakıyor. Filmde 3 farklı bakış açısıyla anlatmaya çalıştığı insanın kusursuz sonunu, kalan 8 milyar insanın yorumuna bırakıyor. Bir nükleer savaşı, Gazze ya da Irak savaşlarını oturma odamızda canlı olarak seyrettiğimiz gibi seyredeceğimizi zanneden bizlere kendi hikayemizi nasıl yazacağımızı soruyor.
Bir nükleer savaş deneyimimiz olmasa da en iyi bildiğimiz tarafı çok kısa süreceğidir. Bir füze havalandığında savaş başlar ve aynı anda biter. Bizler sadece tekilliğe giden yolculuğumuzda son dakikalarımızı sayabiliriz. Film, farklı beklentileri olanları belki mutlu etmemiş olabilir. Ancak bana bildiğimi sandığım bir nükleer felaketi farklı bir açıdan sunduğu için House of Dynamites'i başarılı buldum.
Sohbeti daha detaylı olarak Monolog'daki yazımdan okuyabilir ve You Tube kanalımdan alt yazılı olarak dinleyebilirsiniz.
İyi Pazarlar..

Sunday Nov 02, 2025
Sunday Nov 02, 2025
Google, son 10 yılda gerçekleştirdiği ufuk açıcı çalışmalarla bilime çok önemli katkılar sunuyor. İklimden eğitime, ekonomiden sağlığa ve biyobilime kadar aldığı sonuçlar gerçekten çarpıcı.
Google'ın yeni projesi AlphaGenome, bize sadece hastalıkları değil, 'Yaratılışın Kullanım Kılavuzu'nu da okuyabilme gücünü veriyor. Kanserin ötesinde, evrimin en büyük sırrı, DNA’nın karanlık maddesini de çözme fırsatını sağlıyor.
Şu anda DNA’nın %98’ini oluşturan karanlık madde protein kodlamıyor. Ancak işin gizemi de burada yatıyor; genlerin ne zaman ve nerede açılıp kapanacağını kontrol eden kritik düzenleyici unsurlar bu bölgede barınıyor olabilir. Bu anlamda karanlık madde, genomun kara kutusu gibidir. Dizilemenin uzatılması, bu "karanlık maddeyi" aydınlatarak, genetik bozuklukların ve hastalıkların temelindeki nedenleri daha iyi anlamamızı sağlayabilir. Bu, DNA’nın karanlık maddesinin derinliklerine inerek, mutasyondan önce o hücrenin ne olduğunu görmek anlamına geliyor. Bu yüksek çözünürlük, bize gerçek kimliğimizi anlama şansını veriyor. En yakın akrabamız şempanzeden ayrıldığımız anlarda ne olduğumuzu bilmektir bu.
Bu teknoloji, bize adeta evreni ve yaşamı oluştururken Tanrı'nın düşüncelerini izleme fırsatını sunuyor. Sanki yaşamın filminin başa sarıp, oluş anını izliyoruz.
Bu bölümde, bir teknoloji haberi olmanın çok ötesine geçip, AlphaGenome'u yeni bir yaratım sürecinin köşe taşı olarak ele aldım. Maneviyatımızı zenginleştiren, evrendeki yerimizi büyüten ve bizi 'yaratıcı' konumuna yükselten o olağanüstü süreci anlatmaya çalıştım.
Sohbeti daha detaylı olarak Monolog'daki yazımda okuyabilir veya You Tube kanalımda alt yazılı izleyebilirsiniz.
İyi Pazarlar..

Neden Buradayız?
Sahip olduğumuz değerler değişiyor ve yenilerini kazanıyoruz. Mesela yapay zeka diye hayatımıza yeni bir kavram giriyor. Felsefeden matematiğe, cinsiyetten iklime kadar tüm alanlarda yapay zekaya bir başlık açıyoruz.
Bizi diğer canlılardan farklı kılan özellik çevreyi kendimize göre değiştirebilmemiz. Bunu da ateşten tekerleğe, sabandan buhar makinesine kadar ürettiğimiz teknolojilerle başardık. Aynı şeyi bugün yapay zekayla yapıyoruz.
Teknoloji çağı, eski dönemi kapatıp hepimize yeni bir başlangıç yapma fırsatı sunuyor. Dünyanın yakıcı sorunlarına yeni teknolojik araçlarla çözümler üretebiliyoruz. Mesela kadınlar, teknolojideki gelişmelerin sonucunda ortaya çıkan fırsatları değerlendiriyor. Cinsiyet ayrımcılığı, yavaş yavaş sorun olmaktan çıkıyor. Öte yandan iklim sorunu, yapay zeka teknolojileriyle şiddetini azaltıyor. Verinin yönettiği dünyada hepimiz birbirimize daha sıkı bağlanıyoruz. Her şeyin hızla değiştiği böyle bir dünyada yeni bir kültür ve ortak bir tarih yaratıyoruz. Ancak her dönüşümde olduğu gibi, her şey birbirine yaklaştıkça zihnimiz her zamankinden daha fazla konuşuyor.
Birçok sorun çözülürken, yeni dönem yeni sorunlarla beraber geliyor. Makine zekasının arttığı, süper zekaya doğru, öngöremediğimiz bir dünyaya adım atıyoruz. Teknolojinin hızı, bizi ufku belirsiz yeni bir dünyayla tanıştırıyor. İnsanlık yeniden doğuyor dersek herhalde yanılmayız.
Son çeyrek yüzyılda yarattığımız bilgi, neredeyse tüm insanlık tarihinde yarattığımızdan daha fazla. Böyle bir bilgi bombardımanı altında zihin dünyamız değişiyor. Saniyede binlerce algı uyandıran böyle bir çevrede zihin karmaşası yaşamamız çok normal. Böyle bir kaosta da söyleyecek bir şeylerimiz olmalı. Zihin Karmaşasında bunları konuşuyoruz. Bizi yakından ilgilendiren sorunlar hakkında farklı bir bakış açısı yakalamaya çalışıyoruz. Bize değer katacak yeni fikirler yaratma çabasındayız. Her şeyin belirsiz olduğu bir zamanda, gözümüz kapalı el yordamıyla ilerlerken birbirimize gerçekten çok ihtiyacımız var.
Zihin Karmaşası'nda paylaştıklarımızı, www.monologblg.com adresinden de takip edebilirsiniz.









