Episodes

Sunday Oct 26, 2025
Sunday Oct 26, 2025
Afrika ile ilgili ilk bölümde, ilk insanların bu kıtada evrildiğini ve insanlığın dünyaya buradan yayıldığını konuşmuştuk. Ancak bu fiziki göç sessiz olmamıştır. Atalarımız, bugün konuştuğumuz dillerin tohumunu da yanlarında taşıdılar. Bu anlamda Afrika'dan çıkışımız, bir beden göçünün ötesindedir. Atalarımızın bu cesur çıkışı, bize en büyük armağanı, dili hediye eden bir yolculuktu. Bugün çevremizle iletişimimizde, sanatta, bilim ve teknolojide, genlerimizde olduğu kadar içimizdeki Afrika'nın yankısını duyarız.
Dünya'da Afrika'yı ne kadar soyutlamaya çalışsak da, köklerimizin oraya ait olduğu artık kesin gibi. Bizi diğer primatlardan ayıran davranışsal özelliklerin ve zihinsel alışkanlıklarımızın izleri, ilk Afrikalı atalarımıza kadar uzanıyor. Bugün en önemli hazinemiz olan dilimiz de Afrikalıdır. Hatta bazı dilbilimciler, tüm dünya dillerinin kadim Khoisan dilinden türediğini öne sürer. Kelimelerimiz de, tıpkı genlerimiz gibi, Afrika'dan çıkan o tek ailenin mirasıdır.
Çok küçük bir grubun kendi basit tekneleriyle Bab'ül Mendep boğazını geçmeleri, insanlık için bir kader anıydı. Kolomb, Vasco da Gama ve insanlığın önünü açan diğer modern kaşifler, hep atalarımızın bizlere aktardığı o ilk kıvılcımdan ilham aldılar. Dünyanın adeta fethine girişen o bir avuç atamızın yaptıkları yanında, modern keşifler bir devam hikayesidir. Bugün benliğimizde büyüyen yaratma ve uyum sağlama yeteneği, bundan on binlerce yıl önce Afrika'dan çıkan o küçük grubun attığı tohumdur.
Bu bölümde insanın en büyük devriminin, dilin Afrika’da doğuşunu konuşuyoruz. Şubat ayındaki Siyahi Tarihi Ayı'na kadar her ay bir bölümü bu kadim kıtayı ve içimizdeki izlerini anlamaya ayıracağız. Bu dizinin sonunda insanların Afrika'yı yok saymasının büyük haksızlık olduğunu anlamalarını umuyorum. Daha da ötesi, bunun kendimize bir kötülük olduğunu idrak edeceğimize inanıyorum. Bugün Afrika'yı yok saymak, hafızamızın büyük bölümünü reddetmektir. Çünkü izlerini aradığımız ilk söz Afrika'da söylendi.
Sohbeti daha detaylı olarak Monolog'daki yazımda okuyabilir ve You Tube kanalımda alt yazılı izleyebilirsiniz.
İyi Pazarlar..

Sunday Oct 19, 2025
Sunday Oct 19, 2025
Her kararımızı özgür irademizle aldığımızı düşünüyoruz. Aldığımız kararlardan sonra hissettiğimiz hafifleme belki böyle hissetmemize neden oluyordur ama bu doğru mu? İhtimallerle dolu bir hayatımız varken irademizde özgür olabilir miyiz?
İnsanın mayasında sevgi, nefret, merhamet, açgözlülük gibi temel duygular belli bir ölçü içindedir. Bunlardan bir tanesinde yükselen enerji diğerlerini bastırdığında, bizi coşkulu bir eyleme sürükler. Ancak biz, yaptıklarımızı haklı gösterecek geçerli bir dış sebep her zaman buluruz. Çünkü kontrolün bizde olduğunu göstermek isteriz. Peki böyle bir durumda gerçekten özgür irademizle mi karar almış oluruz? Bir duygunun yükselip diğerini bastırmasına biz mi sebep oluruz yoksa algıladığımız bir şey mi buna sebep olur?
Hepimizin içinde meşrulaştırabileceğimiz arzular ve ihtiraslar var. Algılarımıza göre kendimizi konumlandırdığımızda içimizde şartlara uygun eylemi gerçekleştirecek duygular hareketlenir. İçimizde kabaran bir duygu okyanusunda duygular bir dalga gibi birbirine çarpar. Enerjinin yoğunluğuna bağlı olarak bir dalga diğerini yutar ve biz o anki ruh halimize uygun davranırız. Ancak hava durulduğunda okyanusun dinginleşmesi gibi, sağduyu bünyemize hakim olduğunda da eylemlerimizin sonuçlarını daha net görebiliriz. Farklı davranışlar arasından seçtiğimiz tercihin neticeleri hayatımızın niteliğini belirler. Yani özgürce yaptığımız seçimleri, biz özgür irademizle yaptığımızı düşünerek bir yanılsama yaşarız.
Peki gerçekten mutlak anlamda özgür irade diye bir şey yok mu?
Hayat gerçekten yanılsamalarla dolu bir fenomen. Kendimizi evrenin merkezinde gördüğümüz yanılsaması, özgür iradenin de insan dışında bir yerde olabileceğini aklımıza getirmiyor. Oysa büyük tasarımın içinde kısıtlı iradeye sahip bizler, belki de çok daha büyük bir iradenin parçasıyız. Yanılsamalar içinde kendimizi mutlu ederek daha büyük bir bilincin amaçlarına hizmet ediyor olabiliriz. Öyle ki, yanılarak hata yaptığımızı düşündüğümüz şeylerde bile doğaya bir katkımız oluyor. En azından yaptığımız hatalardan hem kendimiz hem de çevremiz dersler çıkarıyor ve ideallerimizi yükseltiyoruz.
Bu bölümde aslında sahip olduğumuz şeyin mutlak bir özgür irade değil, koşulların izin verdiği bir 'seçme özgürlüğü' olduğunu tartışıyoruz. Despotlardan Rahibe Teresa'ya, gündelik alışverişlerimizden hayati kararlarımıza kadar tüm eylemlerimizin arkasındaki ortak dürtüyü arıyoruz.
Sohbeti daha detaylı olarak Monolog'da okuyabilir ve You Tube kanalımdan alt yazılı olarak izleyebilirsiniz.
İyi Pazarlar..

Sunday Oct 12, 2025
Sunday Oct 12, 2025
Arap Baharı'ndan, küresel iklim grevlerine, Nepal'deki gençlik hareketlerinden dünyanın dört bir yanındaki protestolara... Bölgeselden küresel bir boyuta ulaşan bu tarihsel seyir, bize büyük bir dönüşümün işaretlerini veriyor. Sokaklar yine hareketleniyor, sosyal medya çalkalanıyor. Ana akım medya bize bunları birbirinden bağımsız, sadece ekonomik sıkıntıların sonucu olarak gösterebilir. Ama yanılıyorlar.
Bugün otorite, tank, top, tüfek ya da toprağın ötesinde, bilginin ta kendisinde gizli. İnsanlık, önündeki gri alanın ötesinde ne olduğunu hissediyor ve elindeki bilgi setini büyütmek için büyük çaba gösteriyor. Ancak dünyada bunu anlamayan yine politikacılar oluyor. Bilginin sağladığı gücü, eski kodlarla anlamlandırıyor ve onun birleştirici gücünü, sadece kendilerine üstünlük sağlayan bir silah olarak görüyorlar. Bu yorumlarıyla sanki Dünya'ya başka bir evrenden bakıyorlar.
Oysa bugün bilginin akış yönü terse dönmüş durumda. Öğretmen öğrencilerinden, anne-babalar çocuklarından öğreniyorlar. Gen Z tanımının önündeki 'Gen', generation anlamını taşısa da bir ironi olarak insanlığın mutasyona uğramış halini de temsil ediyor aslında.
Z kuşağı, bu zihniyete tepkisini, iktidarları sarsarak ve dünyayı sallayarak gösteriyor. Peki, bu protestoların arkasındaki teknoloji çağının dijital yerlileri tam olarak ne istiyor? Dertleri sadece geçim sıkıntısı mı, yoksa talep ettikleri çok daha derin bir şey mi var?
Bu bölümde, iktidarların neden bu isyanı anlamakta bu kadar zorlandığını, 'zihinsel körlüğün' nedenlerini ve Z Kuşağı'nın elindeki en güçlü silahı, 'teknolojik örgütlenmeyi' konuşuyoruz.
Sohbeti daha detaylı olarak Monolog'daki yazımda okuyabilir veya You Tube kanalımda alt yazılı izleyebilirsiniz.
İyi Pazarlar..

Sunday Oct 05, 2025
Sunday Oct 05, 2025
Aşk, insanı mutlu ederken sağduyusunu kaybetmesine neden olan ve sonucunda onunla beraber toplumu da dönüştürebilen en güçlü duygudur. Aşkını doya doya yaşamak isteyen insanlar çoğunlukla toplum yasalarına takılır.
Ama sinema dünyasında, film yıldızlarının aşkları yasalara takılmaz, aksine sanki kusursuz aşkın kurallarını yazarlar. Öyle ki, Hollywood aşkları, sadece magazin sayfalarını süslemekle kalmaz, bizim gibi sıradan insanların da aşka bakışını kökten değiştirir. Hatta riskli aşklara bir meşruiyet bile kazandırır.
Peki mükemmel aşkları neden filmlerde ararız? Çünkü adı üzerinde, bu bir hayaldir. Titanic batarken, biz koltuklarımızda kendimizi bütün risklerden uzak tutarız. Bedenimiz, Rose'un ve Jack'in sözlerinde o dokunuşları hisseder ama okyanusun soğuk suyunun hissiyatını onlara bırakırız. Biz, yüzlerce kişinin öldüğü bir facia ortamını değil, aşkın ambiyansını yaşamak isteriz. Çünkü aradığımız şey ölüm değil aşktır ve belki de içgüdüsel olarak o yöne yönleniriz. Ömrümüzde, sadece o kısacık anda, bütün doğa ve mantık kuralları bizim lehimize işlerken acı yerine hazzı tercih etmemiz çok normaldir.
Bu aşklar gerçeğin acısından muaf, sahnede sadece bizim olduğumuz hayallerdir. Film sona erse de zihnimizdeki projektör çalışmaya devam eder. Oyuncular gerçek hayatına dönse de hafızamıza o hazzı artık kazımışlardır. Biz, mükemmel aşkın kahramanları olarak onları zihnimizin dokunulmaz yerine oturtur ve filmi çekmeye devam ederiz.
Bu bağlamda, bizim filmimiz, kamera durduğunda da devam eder. Hollywood'dan ulusal sinemalara yayılan bu yıldız aşkları, sadece bir hayal satmakla kalmaz; aynı zamanda kendi gizli psikolojimizi de açığa çıkarır. Hayatımızda gizlediğimiz, töreler ve tabular nedeniyle imkânsız saydığımız duygusal tercihlerimizi yıldızların aşklarını referans alarak meşrulaştırırız.
Bu bölümde yaşadığı ilişkilerle aşka yeni anlamlar kazandıran Elizabeth Taylor-Richard Burton aşkını, gerçek romantizmin temsilcileri Lauren Bacall&Humphrey Bogart ikilisini, sadakatin evlilikte olmadığını ispat eden Goldie Hawn&Kurt Russell ilişkisini bulacaksınız. Ayrıca bir filmden peri masalına geçişi anımsatan Grace Kelly ve Prens Rainier evliliğini de dinleyebilirsiniz. Tüm bunların yerel sinemalara yansımalarını da Türkiye’den verdiğim örneklerde görebilirsiniz. Daha fazlası için lütfen podcasti dinleyin veya You Tube kanalımdan alt yazılı olarak izleyin.
Sohbeti daha detaylı olarak Monolog'da okuyabilirsiniz.
İyi Pazarlar..

Sunday Sep 28, 2025
Sunday Sep 28, 2025
Yapay zeka, büyük veri setlerini analiz etmekten, karmaşık simülasyonlar oluşturmaya kadar, hesaplamalı matematiğin ağır işlerini üstlenerek büyük bir güç haline geldi. Şu an itibarıyla YZ, genellikle kendisine verilen ispatları adım adım doğrulayabiliyor; ancak nihai kararı ve en yaratıcı kanıt yöntemlerinin keşfini hâlâ insan zekasına bırakıyor.
Peki ya bu denge değişirse? Yapay zeka bir gün kendi başına yepyeni teoremler keşfedip, ispatlayabilirse, nasıl bir dünyaya uyanırız? Muazzam veri setleri arasında gittikçe artan bir hızda bağlantı kurabilme yeteneğini düşündüğümüzde, YZ'nin kendi teorem ve ispatlarını üretmesinin önünde mantıksal bir engel gözükmüyor.
Böyle bir şey olduğunda, yapay zeka, içinde insanın olmadığı bir evreni de modelleyebilir mi? Örneğin, yaşamın temel kodlarını, tıpkı DNA gibi, matematiksel olarak kopyalayabilir mi?
Bu bölümde yapay zekanın kendi matematiğini yaratma potansiyelini konuşuyoruz. Böyle bir senaryoda insanın varoluşsal kaygılarını ve insan-makine işbirliğinin niteliğini sorguluyoruz.
Sohbeti daha detaylı olarak Monolog'daki yazımda okuyabilir veya You Tube kanalımdan altyazılı izleyebilirsiniz..
İyi Pazarlar..

Sunday Sep 21, 2025
Hepimizin İçinde Bir Afrika Var-Irkçılık Neden Sahte Bir Kavram?
Sunday Sep 21, 2025
Sunday Sep 21, 2025
Dünyayı anlamlandırmamızı ve çevreye uyum sağlayabilmemizi hafızamıza borçluyuz. Peki ya hafızamızda büyük bir boşluk varsa?
Eğer yetersiz beceri ve bilgiye sahipsek, çevremizde algıladıklarımızı başkalarının yönlendirmesiyle ve önyargılarımıza göre anlamlandırırız. Mesela siyahi insanların Nuh’un lanetli oğlu Ham’ın soyundan geldiğine inananlar, bu bilgiyi sorgulamadan inandıklarında ırkçılık gibi bir kavram yaratılmış olur. Afrika’ya tarihe hiçbir katkısı yokmuş gibi davranır ve bu zararlı görüş daha da derinleşir.
Oysa aynı insan, Dünya’ya yayılışımızın temelinde bir “Afrika’dan Çıkış” hikayemiz olduğunu bilse ırkçılık gibi yapay bir kavram olur muydu? Böylesine sakat bir düşünce ancak hafızamızın kayıp tarafını önyargılarla doldurduğumuz için olabilir.
Martin Luther King gibi tarihi figürler, insanlığın bu kayıp mirasını bizlere hatırlatmaya devam ediyor. Onun evrensel rüyasının kökleri, bu hafızanın derinlerine kadar uzanır.
Afrika her zaman göz ardı edilmiş hatta yok sayılmış en eski kıta. Arkeolojik kazılar ve genetik çalışmalar, insanlığın en canlı zamanlarının Afrika’da olduğunu gösteriyor. Bilim dünyası, Afrika'yı Homo erectus veya Homo sapiens olarak terk edip etmediğini tartışıyor olsa da insan evriminin büyük bir bölümünün Afrika kıtasında gerçekleştiği konusunda hemfikirler. Her iki görüşe göre Afrika, insanlık tarihinin ilk kaynağıdır.
Bu bölümde insanlığın ilk yolculuğu; “Afrika’dan Çıkış” hikayesini konuşuyoruz. Kayıp zamanları yakaladıkça, ırkçılık gibi yapay kavramların yerini gerçeğe bırakmaya başladığını keşfediyoruz.
Sohbeti Monolog'daki yazımdan detaylarıyla okuyabilirsiniz.
İyi Pazarlar..

Sunday Sep 14, 2025
Kusursuz Kıyamet Yakın mı?
Sunday Sep 14, 2025
Sunday Sep 14, 2025
Dünyamız, her geçen gün yeni bir fırtına, sel veya orman yangınıyla sarsılıyor. Listeye yanardağ patlamaları, tsunamiler ve depremler gibi daha yıkıcı doğa olaylarını da eklemek mümkün. İklim krizi denince, bu felaketlerin dışında farklı senaryoları pek aklımıza getirmiyoruz. Oysa krizi önlemek adına yaptığımız her müdahalenin, bizi bilmediğimiz bir felaketin eşiğine götürebileceğinin farkında değiliz. Çok hassas bir atomik zincirle birbirine bağlı bu dengedeki her etkileşim, doğanın farklı bir yüzüyle karşılaşmamıza neden olabilir. Nihayetinde iklim krizi, sadece bildiğimiz ve yaşadığımız bir felaket olarak karşımızda durmuyor. Aksine yaşadığımız felaketler, belki de yüzleşebileceklerimizin sadece bir fragmanı.
Örneğin sıcaklıklardaki ani oynamalar, okyanus akıntılarının yönünü değiştirme riski taşır. Kasırgalar, siklonlar ve seller şiddetlendikçe dünyanın "yıkım ve yeniden inşa" döngüsü en sonunda bir yerde kırılır. Örneğin Avrupa, hiç beklemediği bir buzul çağına girebilir. Bunun yanında kolaylıkla baş edebileceğimizi düşündüğümüz bir patojen, tüm bitki örtüsünü ele geçiren bir felakete dönüşebilir. Bu senaryo, tam da doğanın hassas yapısıyla böylesine bilinçsizce oynayan insana özgü bir kibrin sonucudur. Oysa bu kurgu, gerçek dünyadaki koşullar altında bilimsel olasılığı en yüksek ihtimaldir.
İnsanın en büyük hatalarından biri de verimlilik uğruna kırılgan bir yapı inşa etmiş olması. Her şeyin her an yolunda gideceği varsayımıyla çalışan bir düzende yaşıyoruz. Bu kırılganlığı görmezden gelmek, kibrimizin sebep olduğu yine bize özgü bir davranıştır. Doğayı küçümsediğimizi ve kendimizi aşırı önemsediğimizi gösteren bir örnektir.
Halbuki, henüz gerçekleşmemiş ama olma ihtimali yüksek bir felaket karşısında market raflarının adeta yağmalandığı zamanlar yaşayabiliyoruz. Bu panik, sürekli tedarik zincirine bağlı market raflarındaki anlık boşalma ile daha da büyüdüğünde, bir domino etkisiyle diğer ekonomik, siyasi ve sosyal zincirlere sıçrar. Bu zincir, doğadaki dengenin ne kadar hassas olduğunu gösteren düşündürücü bir örnektir.
Modern dünya, birbirine sıkı sıkıya bağlı, hassas bir ağdır. Jeofizik ve biyolojik tehditler, bu ağdaki en zayıf halkaları vurduğunda, çöküş zincirleme bir reaksiyon halinde tüm sistemi sarar.
Çoğumuz bunları korkutucu senaryolar olarak görebiliriz ama bilinmezlerle dolu bir doğanın içinde korkmamız gayet normal. Felaketlere hazır olmak, her zaman gizemli kalacak doğanın varlığını olduğu gibi kabul etmekle başlıyor. Onun efendisi değil, bir parçası olduğumuzun farkına varmak büyük resmi daha net görmemizi sağlar. Bu, türümüzün ömrünün uzaması için önemlidir.
Bu bölümde iklim krizinin tetikleyebileceği bilimsel felaket senaryolarını anlatmaya çalıştım. Dinlemek için linki tıklayın.
Sohbeti daha detaylı olarak Monolog'da okuyabilirsiniz.
İyi Pazarlar..

Sunday Sep 07, 2025
Kapitalizm Çok Şey Vadediyor Ama Karşılığında Daha Çok Çöp Veriyor
Sunday Sep 07, 2025
Sunday Sep 07, 2025
Dünya genelinde büyük bir çöp krizi yaşanıyor. Bu konuda her yıl binlerce çalışma ve rapor yayınlanıyor, kampanyalar düzenleniyor ancak ne yazık ki çöp dağları da aynı hızla büyümeye devam ediyor. Çünkü tüketme arzumuzu frenleyemiyoruz. Her yıl, çalışır durumda milyonlarca cep telefonu çekmecelerimizi dolduruyor veya doğaya bırakılıyor. Giymediğimiz tonlarca kıyafet, 'indirim' diye aldığımız ve bir kez bile kullanmadığımız eşyalar dolaplarımızda duruyor. Hatta minimalist olalım derken, evimize 'o havayı' verecek yeni eşyalar alarak, aslında farkında olmadan aynı döngüyü besliyoruz. Bu atıklar sadece çevremizi değil, aslında geleceğimizi de tüketiyor.
İklim krizinin sorumlusunun insan olduğunu hepimiz kabul ediyoruz. Yaşadığımız küresel ısınmanın altında doğanın kendi döngüsünden daha çok insan faaliyetlerinin olduğunu bilim insanları da söylüyor. Sonuçta çöp dağları, bir balinanın değil insanın tükettiği maddelerin atıklarından oluşuyor. Bizler ne kadar kampanyalar da yapsak iklim krizi sanki inadına daha da şiddetleniyor. Çünkü çöp sorununun ve dolayısıyla iklim krizinin arkasında sürekli büyümeye dayalı üretim ve tüketim modelinin ta kendisi yatıyor.
İnsan doğası ve onu yönlendiren iktisadi sistemin işleyişini bilmeden sorunların neden çoğaldığını sormaya devam ederiz. Kağıt üzerinde harika çözümler bulsak da sorunun kaynağını kendimizden uzakta aramaya ve sorumluluğu başkalarına atmaya eğilimliyiz. Oysa çöp dağları, tüketim çarkının işlemesinde etkin olan benim de sunduğum katkılarla büyüyor. Ayrıca 'Daha az tüket' veya 'hayat tarzını değiştir' demek, içinde bulunduğumuz ekonomik sistemin temel işleyiş mekanizmasıyla doğrudan bir çelişki içindedir. Özgür irademiz olduğunu düşünsek de kapitalizmin şekillendirdiği bilinç içinde hareket ediyoruz.
Temel soru şudur: Biz daha az tüketmek istesek de sistemin duygularımızı manipüle etmesine engel olacak iradeyi ortaya koyabilecek miyiz? Bu değişimin getireceği zorluklara, vazgeçişlerden doğacak sancılı sürece hazır mıyız? Temelinde daha akıllı, dayanıklı ve sürdürülebilir bir tüketim modelini inşa edebilmek için pazarlamanın ve kolaycılığın sürekli baskısına dayanabilecek miyiz?
Gerçek çözüm, bu sorulara vereceğimiz samimi cevaplarda yatıyor. Bu bölümde insanın bunları başarabileceğini tarihten örnekler vererek konuşuyoruz.
Sohbeti daha detaylı olarak Monolog'da okuyabilirsiniz.
İyi Pazarlar..

Neden Buradayız?
Sahip olduğumuz değerler değişiyor ve yenilerini kazanıyoruz. Mesela yapay zeka diye hayatımıza yeni bir kavram giriyor. Felsefeden matematiğe, cinsiyetten iklime kadar tüm alanlarda yapay zekaya bir başlık açıyoruz.
Bizi diğer canlılardan farklı kılan özellik çevreyi kendimize göre değiştirebilmemiz. Bunu da ateşten tekerleğe, sabandan buhar makinesine kadar ürettiğimiz teknolojilerle başardık. Aynı şeyi bugün yapay zekayla yapıyoruz.
Teknoloji çağı, eski dönemi kapatıp hepimize yeni bir başlangıç yapma fırsatı sunuyor. Dünyanın yakıcı sorunlarına yeni teknolojik araçlarla çözümler üretebiliyoruz. Mesela kadınlar, teknolojideki gelişmelerin sonucunda ortaya çıkan fırsatları değerlendiriyor. Cinsiyet ayrımcılığı, yavaş yavaş sorun olmaktan çıkıyor. Öte yandan iklim sorunu, yapay zeka teknolojileriyle şiddetini azaltıyor. Verinin yönettiği dünyada hepimiz birbirimize daha sıkı bağlanıyoruz. Her şeyin hızla değiştiği böyle bir dünyada yeni bir kültür ve ortak bir tarih yaratıyoruz. Ancak her dönüşümde olduğu gibi, her şey birbirine yaklaştıkça zihnimiz her zamankinden daha fazla konuşuyor.
Birçok sorun çözülürken, yeni dönem yeni sorunlarla beraber geliyor. Makine zekasının arttığı, süper zekaya doğru, öngöremediğimiz bir dünyaya adım atıyoruz. Teknolojinin hızı, bizi ufku belirsiz yeni bir dünyayla tanıştırıyor. İnsanlık yeniden doğuyor dersek herhalde yanılmayız.
Son çeyrek yüzyılda yarattığımız bilgi, neredeyse tüm insanlık tarihinde yarattığımızdan daha fazla. Böyle bir bilgi bombardımanı altında zihin dünyamız değişiyor. Saniyede binlerce algı uyandıran böyle bir çevrede zihin karmaşası yaşamamız çok normal. Böyle bir kaosta da söyleyecek bir şeylerimiz olmalı. Zihin Karmaşasında bunları konuşuyoruz. Bizi yakından ilgilendiren sorunlar hakkında farklı bir bakış açısı yakalamaya çalışıyoruz. Bize değer katacak yeni fikirler yaratma çabasındayız. Her şeyin belirsiz olduğu bir zamanda, gözümüz kapalı el yordamıyla ilerlerken birbirimize gerçekten çok ihtiyacımız var.
Zihin Karmaşası'nda paylaştıklarımızı, www.monologblg.com adresinden de takip edebilirsiniz.









